Biraz Abartmıyor musun Anneciğim?

Biraz Abartmıyor musun Anneciğim?

Çocuğu düşer diye koşmasına izin vermeyen, zarar görür diye peşinden hiç ayrılmayan, aç kalmaması için yemeğini elleriyle yediren, üşür diye gece boyunca üstünü örtmeye kalkan bir anneyseniz bu haberi okumalısınız!

Abdullah B., çok istenilen ve geniş bir ailenin tek erkek çocuğu olarak dünyaya gelir. Abartılı bir ilgi ve sevginin odağında büyütülür. Yürümeyi 1 yaşında öğrenmesine rağmen, uzunca bir süre düşer diye kucaklarda taşınır. Annesi liseye geçene kadar, evlerinin hemen yanı başında bulunan fırından ekmek aldırmaya bile göndermez onu. Bunun gibi onlarca konuda, "Ya ona bir şey olursa?" endişesinden uykuları kaçar ailenin. 14 yaşına geldiğinde, tuvalet temizliğinden tırnaklarının kesilmesine, banyosunun yaptırılmasından saçlarının taranmasına kadar pek çok kişisel bakımı hâlâ anne ve babası tarafından yapılıyordur Abdullah'ın. Şehir dışında bir üniversite kazandıktan sonra da ebeveynin evhamları eksilmeden devam eder. Bütün hayatını anne-babasına bağımlı yaşayan Abdullah için de zor günler başlamıştır. Her hafta sonu soluğu evinde alır. Gelemediği haftalarda ise aile, oğullarının yanına gider. Şimdi 30 yaşında olan Abdullah, özel bir şirkette çalışıyor. Annesi hâlâ her ay yanına geliyor. Buzdolabını yaptığı yemeklerle dolduruyor, evini temizleyip çamaşırlarını yıkıyor ve ütülerini yapıyor.

Geç kavuşulan ve tek çocuk olan Özlem H. de el bebek gül bebek büyütülenlerden. Bir 'prenses' gibi her dediği yapılıyor. "Aman! Ağlamasın, üşümesin, terlemesin, hasta olmasın." diye aile üyeleri onun için sürekli seferber oluyor. "Döker, yiyemez.." diye yemeği anne-babası tarafından yediriliyor. Özlem bu duruma alıştığı için tam 9 yaşına kadar kaşığı eline almamış. Yine uzunca bir süre annesi tarafından giydirilmiş. Dershaneye de babası, müsait değilse amcası tarafından götürülüyor. Yani, ev içindeki işlerini annesi, dışarıdaki işleri ise babası üstleniyor. Hal böyle olunca şu an 8. sınıfa giden Özlem'in annesi şimdiden, kızı bir gün büyüyüp üniversiteye gittiğinde tek başına ne yapacağı konusunda kara kara düşünüyor.

Ya Ona Bir Şey Olursa!

Abdullah ve Özlem'in anne-babasının tutumları bazen toplumumuzda 'iyi çocuk yetiştirme' örnekleri olarak görülebiliyor. Dahası, çocuğunun bir dediğini iki etmeyen, gözünü ondan ayırmayan, ihtiyaçlarını o daha söylemeden sezip yerine getiren ebeveynler bu tavırlarıyla övünebiliyor. Böyle yetişkinler, evladıyla öyle bütünleşiyorlar ki onun büyüdüğünü ve kendi ayakları üzerinde durabileceğini kabul etmiyorlar. Hal böyle olunca, çocuğun her ihtiyacının görüldüğü bebeklik dönemi bir türlü sonlanmıyor.

Çocuğun veya gencin kendi başına halledebileceği ihtiyaçlarının 'aşırı korumacı' ebeveynleri tarafından karşılanması aslında büyük bir sorun. Korumacı ailelerin çocuklarının karakterleri, yetiştikleri ortama göre diğerlerinden farklı gelişiyor. Bu çocukların sık karşılaştığı problemler şöyle:

Anneciğim ben hangi yemeği seviyorum? Bu çocuklar ne yazık ki genelde "En çok hangi yemeği seviyorsun?" sorusunun bile cevabını veremiyor. Yani ne yediğinin farkında değil. Evde "En iyiyi anne-baba bilir." mantığı hakim olduğundan bugüne kadar ona bir konu hakkında hiç soru sorulmamış. Böyle olunca çocuk da neredeyse her davranışta onların fikrini almadan hareket edemiyor. Çocuğun seçim hakkı olmayınca, kendine güveni gelişemiyor. Bağlılıkla bağımlılık arasındaki denge bozuluyor bir nevi. Dolayısıyla anne ve babasına muhtaç yaşıyor. Ve bu çocuklar, ileride bu tutumu eşinden de bekleyeceğinden evliliklerinde ciddi sorunlar yaşayabiliyor, hatta birliktelikleri bu sebeple sonlanabiliyor.

Bu sorunumu kim çözecek? Koruyucu tutumla yetişmiş çocukların diğer bir özelliği de, her sorunlarının ebeveyni tarafından çözülüyor olması. Bu bireylere anne-babası, "Ya onu mutlu edemezsem!" endişesi ile yaklaşıyor. Kendilerini adeta onlara adıyorlar. Böyle olunca çocuk, yaşama ve öğrenme fırsatı bulamıyor. Kendini ve hayatı tanımıyor. Toplum içinde de pasif kalabiliyor. Hayatındaki bütün problemleri ebeveyni çözdüğü için, neyi yapıp neyi yapamadığını bilmiyor. Dolayısıyla, karşısına çıkan her duruma aşırı kaygılı yaklaşıyor. Çözüm konusunda kendini çaresiz hissediyor. Çok fazla hayal kırıklığı yaşadığından daha mutsuz oluyor.

Yetişkin: Sudan çıkmış balık. Hayatları aşırı kollanan çocuklar, adeta cam bir fanusun içinde yaşatılıyor, beslenip büyütülüyor. Yıllarca korunduğu fanustan çıkmak ise onu tabiri caizse 'sudan çıkmış balığa' döndürüyor. Üniversiteye gitmek, işe başlamak, evlenmek gibi sorumluluk alması gereken konularda bocalayıveriyor. Böyle yetiştirilen bireyler, yaşatıldığı atmosferde sosyal gelişimini tamamlayamadıklarından, ya çekingen ve savunmasız yetişkinler haline geliyor ya da bencil ve başkalarını kullanan bir yapıya sahip oluyorlar. Her iki durumda da kimse onları anne-babaları gibi el üstünde tutamayacağı için, yıllarca sahip oldukları konforun bedelini ömür boyu ödemek durumunda kalabiliyorlar.z.kirsan@zaman.com.tr

Nasıl aşırı korumacı ebeveyn olmayız?

Ebeveynlere düşen en önemli sorumluluklardan biri çocuğa destek olurken onu bir yandan da hayatın zorluklarına ve yetişkinliğe hazırlamak. Bunun için ona zaman zaman küçük de olsa sorumluluklar vermek ve yaşına uygun görevler üstlenmesini sağlamak onda sorumluluk duygusunun oluşmasına katkıda bulunabilir.

Çocuklara sınırları belli olan ve rahatça hareket edebilecekleri bir yaşam alanı vermek çok önemli. Çünkü kendilerini ve çevrelerini keşfetmek için hem bu alana hem de sınırlara ihtiyaçları var.

Eve alınacak küçük şeyler, akşam yemeğinde ne yeneceği veya ailece yapılacak aktiviteler gibi basit konularda karar verirken çocuğa söz hakkı tanımak gerek. Böylece onda fikrine kıymet verildiği ve ailenin önemli bir parçası olduğu hissi uyanmış oluyor.

Kendi korku ve kaygılarımızı çocuklara yüklemek de yapabileceğimiz hatalardan. Unutmayalım ki korku ve kaygı bulaşıcı olduğundan anne-babanın sergilediği tavırla bu korku ve kaygı çocuklarına da otomatik olarak aşılanabilir.

Çocuğun sağlıklı ruhsal gelişimini baltalamamak adına, yapılan fedakarlıkları ona baskı yapmak, onu kontrol veya ikna etmek için kullanmaktan kaçınmak gerek.